4 Kasım 2016 Cuma

Direk, teller v.s

Yelkenli olsun ya da olmasın bir direk ile onu taşıyan tüm yardımcı malzemelere hep beraber ‘arma’ deniyor. Armaların çeşitli amaçları olabileceği gibi, tahmin edeceğiniz üzere teknemizdeki armanın temel amacı ise bizi götüren yelkeni taşıyabilmek. Yelkene binen rüzgarın tüm yükü direğe ve onu taşıyan teller (başka tasarımlarda, çubuklar, sentetik halatlar) aracılığı ile tekneye biner. Sadece direkten oluşan, taşıyıcı tellerin olmadığı arma tasarımları da var ama bunlar görece çok azlar.

Öncelik yelken ile gitmek olduğundan tasarlanan ve uygulanan herşey yelkenin belli bir form kazanması için. Konumuz arma ama yelkenler ile ilgili şunu belirtmem lazım; Yelkenler uzaktan bakıldığı gibi görünen düz kumaş parçaları değildir. Teorik olarak düz bir kumaş parçası da tekneyi ileri götüremez. Yelkenin de kendisine göre düz olmayan bir formu olmalı ki fizik kanunları gereği tekne ileriye doğru gidebilsin. Bu da başka bir yazının konusu olsun.
Güzel armamız

İkinci el teknemizi aldığımız zaman herşeyin durumu çok iyiydi. Göze görünen kötü birşey olmaması ile beraber 30 yaşındaki yelkenler ve arma çok iyi durumdaydı. Hayatımda bu yaşta bu kadar iyi durumda yelken ve bakımlı arma görmemiştim. Bir önceki sahibi direkte üretici firmanın tavsiye ettiğinden daha kalın ve dayanımı yüksek kollu (1x19) teller kullanılmıştı. Kişisel olarak her zaman üreticinin tavsiyelerine uymaktan yanayım ama ölçülerin tavsiye edilenin üzerinde olması 30 yaşındaki bir tekne için iyi birşey diye düşünmüştüm. Hatta arma kontrolüne gelen dostumuz da gurcata da (direkten yana doğru çıkan çıkıntılar) ufak bir çatlak dışında herhangi bir sorun görmemişti. 

2013’te Türkiye’den ayrıldıktan sonra Akdeniz’de ciddi havalar yedik. Sanıyorum İyon Denizi’nin geçerken en az 2 gün boyunca 35-40’ın altına düşmeyen havada gittik. Ege’de zaten hava bizi bir çok kere tokatlamıştı. Bir haftalık geçişler sonrasında ya da 2-3 ayda bir muhakkak direğe çıkıp gözle muayene ettim. Gurcatadaki minik çatlak hiç büyümedi, tellerde de gözle görünür hiç bir soruna rastlamadım. Cebelitarık’tan sonra yaklaşık toplam 2 aylık okyanus yolculuğunda da içim rahattı. Hiç durmadan gidilen 25 günlük okyanus geçişi sonrası Brezilya’ya vardığımız gün kötü bir hava geliyordu ve biz de Salvador’a giriş yapmıştık. Sonrasında yaptığım rutin kontrolleride de herşey yolunda gözüküyordu.

Üzerinde yelkeniyle baş ıstralyamız
Evet arma mız ile ilgili herşey yolunda giderken birgün… Brezilya’da… 15knot havada… Sahilden 10 mil kadar açıkta… Yeni bir limana doğru gitmekteyken… kahvelerimizi henüz yudumlamışken… bir sonraki limanın planlarını yaparken… Çika ile oynamışken… güzel firişka bir rüzgarla giderken… 

Direğin tepesinden…

ÇAAAT! diye bir ses geldi…

“Deniz hata affetmez.” derler ama bu sefer affetti galiba. Bu sefer bizi sadece uyarmakla yetindi. Yedek sistemi her zaman hazır tuttuğumdan ya da rüzgarın azlığından olsa gerek direği kırmadık, biz yaralanmadık. Hatta bulunması zor olabilecek bazı parçalar direğin tepesinden güverteye düştü. Burnumuz bile kanamadan, gün batımından önce güvenli bir limana dönebildik. Olmaması gereken birşey olmuştu ama neden olmuştu?

NERELERDE HATA YAPTIM?

Önemli olan hatalardan ders almak. “n’apalım kadermiş tel koptu.” demek, suçu malzemeye ya da başkalarına atmak sorunu çözmüyor. Amatörlüğün yanısıra profesyonel olarak bu işi yaptığımdan dolayı inandığım şöyle bir şey var: ‘teknede birisi dişini fırçalarken dolgusu düşse bu kaptanın hatasıdır.’ Biliyorum gülümsüyorsunuz ve ben de biraz abartmış olabilirim ama gerçekten tekne üzerinde duygum bu yönde. Ve bu arma konusunda buraya günah çıkarmaz isem içim rahat etmeyecek. Belki bu paylaşımla başkalarının da benzer hatalar yapmamasına yardımcı olabilirim.

1-) Yazının başında “kişisel olarak üreticinin tavsiyesine uymayı tercih ederim.” demiştim. İyi durumda bir arma almanın hiçbir anlamı yok. Zaten belli bir yaşa gelen telleri illa ki değiştirmek gerekiyor. Prensiplerimi bir daha bozmayacağım.

2-) Bu konularda yazmış, tecrübeliler diyor ki: “3 kere okyanus geçmiş veya ortalama 15 yılda bir veya iki tayfun atlatmış teknelerin arma bileşenlerini değiştirin.” Ben değiştirmedim. Hatta teknenin 4. okyanus geçişini yaptım. 

3-) Bırak Türkiye’de geçirdiğimiz zamanı son iki yıl boyunca Patagonya gibi bir hedef koyduğumuz bu yolculukta bir kere bile bu telleri değiştirmeyi düşünmedim. Madem prensiplerimi takip etmiyorum bari başkalarının yaşadığı tecrübeleri takip etseydim di mi!

4-) Profesyonel olarak bu teknenin naklini yapacak olsaydım tekne sahibini böylesi bir yolculuğa çıkmadan önce telleri değiştirmesi konusunda uyarırdım. Amatör kalmak güzel ama profesyonel birikimimi biraz daha ön plana çıkarmam gerekiyormuş.

5-) Bağlantı elemanlarının nasıl bağlandığını bilirim ama diğer bazı teknik özelliklerini iyi bilmiyormuşum. Dostlarıma akıl danıştığımda bazı şeyleri anlamakta zorluk çektim. Demek ki daha yemem gereken ekmekler var. Öğrenmeye devam.

Presin içinden patlamış. Gözle görmek çok zor.



Evet belki bir yıl daha geç çıkıp bu işi Türkiye’deyken yapsaydım; bu kadar stres olmayacaktık, birşey olur mu diye daha az endişelenecektim, dilini bilmediğimiz bir yerde böylesine önemli malzemeleri bulma konusunda bu kadar zorluk çekmeyecektik, bir çok dostumu buralardan arayıp “abi bu işin burasını nasıl yapsak” diye ağlamak zorunda kalmayacaktım.

Patlamak üzere olan bir tel daha bulduk











NELERİ DOĞRU YAPTIK…

Üçümüzde direk ve yelkenler hala sağlam olduğuna göre krizi doğru yönetmişiz. Direk kırılmadı, yelken yırtılmadı. Burnumuz bile kanamadı. Güvenli bir limandayız ve ihtiyacımız olan herşeye ulaşabiliyoruz. Sadece şu anda bulunduğumuz yerde sabırları zorlayan bir bekleme sürecindeyiz. Bir sonraki yazı da bunları anlatacağım.

Deniz Güman






13 Mayıs 2016 Cuma

Bir Pire Hikayesi

Sonunda olan oldu ve Gezi’yi pireler sardı. Heryerde zıplayıp duruyorlar ve işin kötüsü bize de gelmeye başladılar. Okuduklarımız doğruymuş; Pireler önce hayvanın vücuduna yerleşiyor. Kanıyla beslenip nüfusunu arttırdıkça kendilerine yeni yaşam alanları buluyorlar. Minderler, halılar, ve akla gelebilecek her türlü tozlu, deri artıklarının birikebildiği yer. Sonra da Çika hanımın kanı yeterli olmadığında önce ailenin çocuğuna, sonra hanımına sonra da erkek yetişkine saldırıyorlar. Aynen böyle oldu ve bana saldırmaya başladılarında dedik ‘okuduklarımız doğruymuş ve durum ciddi.’

Çika pirelerini saçarken 

Çika’yı evlat edindiğimizden beri hep kuru mama, gereksiz aşı, pire tasması gibi zehirlerden uzak durmaya çalıştık. ‘çalıştık’ diyorum çünkü doğal yöntemleri takip edemediğimiz ve/veya başarılı olamadığımız zamanlar oldu. Yöntemlerden biri içme suyuna elma sirkesi koymak. Günlük olarak içme suyuna katılan doğal elma sirkesi hem deriyi güçlendiriyormuş hem de deriye sinen kokusuyla pireleri uzak tutuyormuş. Ancak gel gör ki doğal sirke bulmak çok zor. Kendim yapayım diye düşünüyordum ilaçsız yetiştirlen elma bulamadım. Piyasada satılan düzgün bir markanın elma sirkesi ise bir miktar işe yaradı. 

Bunca yıl zehilere karşı durmuş biri olarak ne yazık ki böcek ilacı emdirilmiş pire tasması da denedik. Tekneyi ve Çika’yı da ilaçladık ama bu satırları yazarken bir hafta geçmesine rağmen hala mink minik zıplıyorlar. Çok azaldılar ve hatta iddia ediyorum bitirme noktasına geldik. Bir yerde şöyle okuduk: ‘siz hayvanın üzerinden 20 tane pire yakalayıp öldürdüğünüzde onun yaşam alanında (koltuklar, uyuduğu yer gibi) yaşayan en az 680 tane pire vardır. Savaş alanınız ise hayvanın temas ettiği her noktadır.’ Yani bu pire temizliği ilaçlamanın dışında disiplin ve düzenli çalışmayı gerektiriyormuş. Aynı boya yapmak gibi. Altına iyi bir zımpara ve astar atmadığınız zaman boya kötü olur.

Süpürgeliklerin temizlenmesi

Süpürgeliklerin sökülmesi

Çika'nın kılları ve tozlar
Neler mi yaptık?

Kapo Verde’nin en kuvvetli zehirini aldık. Suyla seyrelttik ve tekneyi ilaçladık. İlaçlama öncesi ise; 

- İlaçlamadan önce tüm sintinedeki eşyalar boşaltıldı, tüm koltuk döşekler silkelendi ve iyice tozları alındı.

- İlacı yaptıktan sonra tekneyi tüm gün kapatıp karada zaman geçirdik. Çika’yı da ayrıca ilaçladık.

- Gün sonunda gelip tekrar tekne temizlendi ve tüm döşekler havalandırıldı. 

- Bize bulaşmaması için ilacın sıkıldığı her yer sirkeli ve sabunlu sularla temizlendi.

- Çamaşır, çarşaflarımız ve Çika’nın yatağı sıcak sularla yıkandı.

- Elektrik süpürgesinin yarattığı titreşim minik dostlarımızı çok rahatsız ediyormuş. Böyle giderse sağ kolum evrim geçirip elektrik süpürgesi olacak.

Ve biz sanıyorduk ki sabah kalkıcaz ve pireler gitmiş. 

Ne safmışız…

İlaçlama sonrası hergün en az üç kere yerler silinip tozu alınıyor, döşekler havalandırılıyor, gün içinde Çika nın üzerinden pireler ayıklanıyor ve bu süre içince tekne içine girmesine izin verilmiyor. Bugün bir hafta oldu ve hala sabah bir iki tane zıpladı. Sinirlendim ve oturdum klavyenin başına.




Neleri yanlış yaptık?

- Çikayı ilaçlama işini tekne üzerinde yapmıştık. Karada yapmamız gerekiyordu ki hayvanlar üzerinden zıplayıp kaçınca tekneden uzak olsunlar
- Sadece farş tahtalarını kaldırmak ve sintineyi boşaltma yetmedi. Tozun biriktiği diğer yerler; süpürgeliklerin içi, masa ayağı, koltuk köşeleri gibi her yerin sökülmesi ve temizlenmesi gerekiyormuş.
- Doğal yöntemlerin işe yaraması için tamamen doğal yöntemler seçmek gerekiyormuş. Disiplinli ve düzenli bir şekilde bu yöntemleri takip etmek. Bu köpeğin beslenmesinden başlayan farklı bir süreç.
- Doğal bir toprak cinsi olan diatomik toprağı çok duymuş ama bir türlü edinememiştik. Türkiye’den ayrılmadan önce yeteri kadar alsaydık, muhtemelen bu kadar çok zehir kullanmamız gerekmeyecekti.
- Pirelerin tekneyi bu kadar sarmasına izin vermeyip, daha doğru bilgilenip bu kadar yayılmasına izin vermemek gerekiyordu.
- Çika’yı ilaçlamadan 3 gün öncesinde ve sonrasında denize girmesine izin vermememiz gerekiyordu. Derinin doğal yağ dengesini koruması gerektiğinden.
- Tam emin değilim ama galiba ilacı gereğinden fazla seyrelttik.

Sonuç; Çika uzun süredir çok az kaşıntılı ve yarasız beresiz günler geçiriyor. Her karaya indiğimizde Kapo Verde’lilerden öğrendiğimiz bir yöntem olan sahil kumuyla ovuyoruz. Suya girmediği zamanlarda lavanta, tespih ağacı (neem) ve sitronela yağlarını (karada) sürüyoruz. Yaraları geçti, sürekli kaşınmıyor ve üzerindeki pire sayısı 2-3 ü geçmiyor. Ne zaman teknenin içi tamamen temizlenecek o zaman Çika’nın tekrar içeri girmesine izin vereceğiz. Aksi takdirde minnacık pireler yerleşecek ortam arıyorlar.



12/05/2016, Mindelo, Kapo Verde

27 Aralık 2015 Pazar

Bir Yıl Geçmiş Bile…
Las Palmas, Mendirek
Las Palmas, Gran Kanarya, Mendirek

2014 Kasım’ında Türkiye’den ayrılıp Güney Amerika yollarına düşeli bir yıl olmuş.

 ‘..muş’ diyorum çünkü gerçekten zamanın nasıl bu kadar çabuk geçtiğini algılayamıyorum. Bir yılda dört ülke iki kıtada bulunup, çoğunluğu Avrupa’dan olmak üzere karada/denizde birçok farklı insanla tanıştık. Konuştuklarımız, görebildiklerimiz kadarıyla üç aşağı beş yukarı dünyanın her yerinde sorunlar aynı. Görünen o ki bu sorunlar hepimizi içine alacak şekilde büyüyor. Biz ayrıldıktan sonra Tunus’ta bombalar patladı. Libya açıklarında göçmenlerle dolu bir tekne battı. Sonra Tunus gene patladı.’ Avrupa görece daha mı güvenli acaba?’ diye düşünür gibi olduğumuzda Paris gene patladı. 

Tunus temiz bir yer değil ama Avrupa’nın farkı pisliğini örtmeyi çok iyi beceriyor. Ben bu Akdeniz yolculuğundan bunu anladım. Zenginliğin bir bedeli var ve o bedel başka toplumlar tarafından ödeniyor.Türkiye ise zaten dünyaya bedel. Ülkeden gelen haberler bizi sadece gerdi. Sinirlendirdi. Doğusundan batısına tüm ülke dünya gündeminden çok uzakta kendi kabusunu yaşıyor. Herkese sabır diyebiliyorum.

Gezi tayfası ise geçtiğimiz bir yılda çok kötü şeyler yaşamadı ama bazı terslikler bizi çok gerdi. Özellikle de hiç beklemediğimiz yerlerden gelen sürpriz masraflar. Neyse ki hepimizin sağlığı yerinde. Biraz klişe ama am her zaman dediğimiz gibi: ‘Sağlığımız yerinde olsun gerisi boş’. Sizlerinde sağlığı yerinde olsun tabii.

Bu bir yılda dünya gündemi ne kadar sıçarsa sıçsın bir şeyi çok iyi anladık;

Anladık ki dostlarımızın yeri bambaşkaymış. Hiç bir proje yapmadan, tam bir hedef koymadan düştüğümüz bu yollarda bize o kadar çok destek geldi ki... Maddi ve manevi. Ne diyeyim kendi adıma ben biraz şaşırdım. Hafiften gururlandım ve biraz da şımarık bi çocuk gibi hissettim kendimi. Umarım bu duygular herkese kısmet olur. Bu duygular ilham verici oldu dersem abartmış olmam. Ve bizi tanıyan tanımayan dostlarımızın dayanışması bize gösterdi ki; Dünya’da ne olursa olsun bizim yaratmaya çalıştığımız dünya çok güzelmiş. Başka bir dünya ise gerçekten mümkünmüş. Sadece ‘yola çıkıyoruz’ demek bile yetti. Yola çık(a)mayanların hayallerini, ütopyalarını, düşüncelerini iyi kötü doldurabilmek çok güzel bir duyguymuş. Sizlere teşekkür etmiyorum. Hepinizi güzel bir dünya adına kocaman kocaman kucaklıyorum.


Deniz

27 Mayıs 2014 Salı

Neden Dalavere?

En çok sorulan sorulardan biri de ABD bayrağına bakıp 'şu Delaware ne iş?' Ardından da gelen (hafif serzenişle) soru ise 'neden amerikan bayrağı?'

Birinci sorunun cevabı Delaware Amerika Birleşik Devletleri'nin bir eyaleti. İkinci sorunun cevabını vermeden önce soruyu düzeltiyorum. 'Amerika kıtasında çok ülke var ve bu Delaware'de ABD'nin eyaletlerinden biri' diyorum. 'Neden?' sorusunun cevabı ise esasında çok basit: 'saçma salak türk yasaları'. Ben ve eşim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmamıza rağmen şapşal yasalar yüzünden teknemize T.C bayrağı takamıyoruz. Takamadığımız gibi vergi kaçırmak için tekne sahibi olanlarla aynı sınıfta değerlendiriliyoruz. Zaten yat sahibi olunca otomatikman cipimizin, yazlık ve kışlık evimizin olması, çocuklarımızın da özel okullarda okuyormuş gibi hislere kapılanlara 'bak abicim, ablacım tam olarak öyle değil. önce gaz ve bulut vardı...' diye uzun uzadıya bir açıklama yapmaya çalışmak, ardından da bayrak konusunun tamamen yasaların izin vermemesiyle ilgili olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Anlatmaya çalıştığımız şey ise en basitinden şöyle; yasalar gereği bir yaşından daha yaşlı  teknelere T.C bayrağı takılamıyor. İlla Türk bayrağı takmak için sıfır tekne veya bir yaşını doldurmamış tekne almak gerekiyor.

Konuyla ilgili biraz daha detaylı bilgi isterseniz Amatör Denizcilik Federasyonu'(ADF)nun bu yorumunu okumanızı tavsiye ederim.

ABD'de ise eyaletlere göre yasalar değişmekle beraber her nasıl oluyorsa Delaware eyaleti para kazanmanın yolunu böyle bulmuş. İşlemler bir hafta on gün içinde hal oluyor. Yıllık vergileri çok ucuz (12 metre için yaklaşık 100.- TL.) ve işlemler çok güvenli bir şekilde yapabiliyor. İşte bu nedenlerden dolayı  Türkiye sularında birçok ABD bayraklı tekne görebilirsiniz.

Türkiye'de birkaç sene öncesine kadar teknelerden aynı kara araçlarına uygulanan  Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV) alınıyordu. Bu kanun değişti ve boy uygulamasına geçildi. MTV yeni tekne alanlar ve/veya büyük motora sahip olan tekneler için inanılmaz bir vergi yükü getiriyordu. Büyük teknesi olanlar özellikle yabancı bayrak tercih ediyorlardı. Birkaç yıl önce özel tekneler için olan MTV uygulaması kaldırıldı ve tekne boyuna göre harç alınmaya başlandı. Yeni tekne alan ve/veya çok büyük motor hacmine sahip olan yatlar için neredeyse bedavaya gelen bir vergilendirme sistemi oldu. Benim o zaman 20 yaşlarında 9.60 boyunda bir teknem vardı ve zamanın parasıyla 50.-TL vergi veriyordum. Kanun değişip boy uygulamasına geçince birden yıllık vergi 400.-TL oldu. Bir de her yıl gidip limandan tekne evrakına vize gibi onay almak gerekiyor falan filan. Yani her zaman ki gibi kazık ufak ve eski teknesi olan benim gibi amatörlere girdi.  

DÜNYADA...

Tüm dünyayı bilmiyorum ama Avrupa ülkelerinden olanlar neden T.C bayrağı tak(a)madığımı anlayamıyorlar. Çünkü ülkeler ve özellikle ileri görüşlü olanlar ve gene özellikle vizyonu olanlar bayraklarının dünya sularında olmasından mutluluk duyuyorlar ve tekne sahiplerine neredeyse üste para verir biçimde makul vergiler ve yasal süreçlerle destekliyorlar. Mesela İngiltere, Schengen ülkelerinden birinde oturma izniniz bile olsa varsa bayrağını taktırıyor. Vergi miktarı ise birkaç yıllık 30.-TL civarında. Finlandiya bayraklı bir tekne alan arkadaşım verginin 0-TL olduğunu ve ayrıca yıllık vize v.s uygulamasının da olmadığını söylüyor.

Anladığınız üzere niyetim dalavere değil. Kimseyi kandırmak veya vergi kaçırmak da değil. Türkiye'nin şartları bunu gerektiriyor.

11 Mayıs 2014 Pazar

Chika (Çika)

13 yıllık tekne yaşantımız içinde bir yol arkadaşımız olsun çok istedik. Ancak her seferinde Banu ile birbirimize bakıp 'bu hayvana nasıl bakacağız?' deyip sorumluluk almaktan kaçındık. Hayvana hak ettiği sevgiyi, ilgiyi gösteremeyiz diye de hep bu kararımızı ertelemiştik. Ancak gün geldi yolumuz gene tekneci dostlarımızın yavrusu ile kesişti. Birçok sokak kedisi veya köpeği sahiplenmemek için kendimizi zor tutmuştuk ama dedik 'artık yeter!' Suyla arası iyi olsun bir de yavru olsun istiyorduk. İkisi de oldu ve galiba da çok güzel oldu.

Chica bize geldiğinde iki aylıktı. Şimdi ben bu satırları yazarken 4 aylık oldu. Evet artık Gezi 3 can oldu...

Kemik yerken kendinden geçiyor.

Deniz börülceleri içinde oynamayı ve yemeyi çok sevdi.




BÜROKRASİ

Türkiye'de bürokrasiye herkes bir şekilde bulaşıp, elini gözünü yarmıştır kesin. Ben de hayatımda birçok kereler bürokrasi kazasını yaşadım. Bu son yaşadıklarımızı ise en güzel TurkSail sitesine Seçil Türkkan yazmış. Umarım birilerine yol gösterici olur.

TurkSail'deki yazı

7 Mart 2014 Cuma

S/Y NEDİR?

Tekne isimlerinin başlarında iki harften oluşan bir kod görünür. Büyük gemilerde, yatlarda hatta ve hatta ufak servis botlarında görebilirsiniz. Bu harfler ingilizce karşılıklarının baş harfleri olup adını duyduğunuz denizi aracını tanımlamanıza yardımcı olur.

S/Y Sailing Yacht - Yelkenli Yat
M/V Motor Vessel - Motorlu Deniz Aracı
M/S Motor Sailer - Motorlu Yelken
M/F Motor Ferry - Motorlu Feribot
M/T Motor Tanker - Motorlu Tanker
S/S Steam Ship - Buharlı Gemi
N/S Nuclear Ship - Nükleer Gemi

Görüldüğü gibi ilk harf deniz aracının hangi güçle (yelken, motor, buhar gibi) hareket ettiğini gösterirken ikinci harf geminin türünü (yat, gemi) gösterir.

Eğer teknenize ait bir servis botunuz var ise teknenin tipi her ne olursa olsun türkçe de Yardımcı Gemi anlamına gelen tender ile beraber 'Tender To' nun baş harfleri kullanılır. Böyle o botun hangi tekneye ait olduğunu öğrenebilirsiniz.

T/T Gezi gibi. (en kısa zamanda servis botumuzun üzerine yazmamız gerekiyor.)

Askeriye de ise biraz daha farklı oluyor. Mesela TCSG Türkiye Cumhuriyeti Sahil Güvenlik botlarını TCG ise Türkiye Cumhuriyeti'ne ait gemiyi ifade ediyor.